İnsanın ürettiği teknoloji, teknolojinin yönettiği insanlık başlığıyla hazırlamaya başladığım bu sunumun temellerini on sene önce oluşturmaya başladım. Makalenin ilk halini Mayıs 2005’te Değiştirilen Dünya Düzeni adıyla internette yayınlamaya başladım. Bu sunumda siyasi yanını bir tarafa bırakıp felsefi boyutu üzerinde duracağım.
Teknoloji amacına uygun kullandığımız takdirde yapabilirliklerimizi arttıran ve bir anlamda insan hayatını uzatan birçok nimetler sunuyor. Haberleşme, Ulaşım, Kaynakların Etkin Kullanımı, Tıp Alanındaki Gelişmeler sayesinde yaşamların uzatılması, aynı süre içinde yapabilirliklerin arttırılması gerçekleşti. Ben bugün teknolojinin iyi yanlarından çok bahsetmek istemiyorum çünkü üretici firmalar bunu benden çok daha etkin ve başarılı bir şekilde zaten yapıyorlar. Ben biraz daha bu teknolojilerin sebep olduğu sorunlar ve çoğu zaman gözden kaçırdığımız değerlerimize değinmek istiyorum.
Yaşadığımız dönem “İletişim Çağı” olarak adlandırılıyor ve güncel teknolojiler bu araçları ortaya çıkartıyor. Bu yüzden sunumda ağırlıklı olarak teknolojinin “iletişim boyutu” üzerinde duracağım.
ÖNCELİKLE İLETİŞİM NEDİR?
Fransızcadan dilimize komünikasyon olarak geçen iletişim, Latincede paylaşım anlamına gelen commūnicāre kelimesinden gelir. İletişim, duygunun düşüncenin ya da bilginin hem gönderici hem de alıcı tarafından anlaşıldığı ortamda akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirilmesi, haberleşme sürecidir. Bunun iletişimin elektronik ortamdan yapılması durumunda Telekomünikasyon olarak adlandırıyoruz. İletme nedir? Bir objeyi ya da enerjiyi bir yerden bir başka yere iletme işi.
Sağlıklı ve doğru bir iletişimin altı bileşene ihtiyacı vardır. Gönderici bir Kaynak, Alıcı bir Hedef, bir İleti, Aktarımı sağlayan bir Ortam, Alındığı ve Anlaşıldığına dair Geri bildirim, Bunu gerçekleştiren bir Araç…
İnsanlar arası iletişim kopukluklarının teknoloji ile artmış olmasının temelinde de İletme ve İletişim arasındaki kavram kargaşası büyük oranda yer alıyor. İleti ve İletişim arasındaki en net fark şu; Mesajınızı karşıya gönderdiğinizde iletişim kurmuş olmuyoruz. İletişim olabilmesi için karşı tarafın da aldığını teyit etmesi ve anlamlı bir cevap vermiş olması gerekiyor.
Ulaşımın zor olduğu veya mümkün olmadığı durumlarda mesaj elbette iletilebilir. Ama sadece unutmadığını ve gönlünün yanında olduğunu hatırlatmak için.
Özellikle kimliği maskeleme görüşleri iletmede sorumsuzlukları beraberinde getirir. Bu tartışma sonrası uzaklaşırken geriye dönüp bağırıp kaçmak gibidir.
İletişim doğru bilgiyi hızla taşıdığı gibi hatalı bilgiyi (dezenformasyonu) veya bilgi kirliliğini de hızla farklı ortamlara taşır. İnternette urban legend ya da şehir efsanelerini hepiniz duymuşsunuzdur. Bu tür bilgiler konu hakkında bilgisi olmayan insanlarda önce tereddütle karşılansa bile bir süre sonra kabullenmeye götürür.
İLETİŞİMİN TARİHÇESİ
İnsanoğlunun birbiri ile konuşmaya başladığı ve anlamlı kelimeler ürettiği ilk dönemler iletişimin başlangıcı olsa da bu dönem kayıt altına alınamadığı için çok fazla bilgiye sahip değiliz.
Yazının bulunuşu sayesinde bugün elimizde çağlar boyu edinilmiş bilgiler, fikirler ve tecrübeler bulunuyor.
Büyük tufandan önce, M.Ö. 14.000’lerde Mısır’da yaşamış İsis (Hz. İdris) tarafından ilkyazının bulunduğu söylenmektedir. Bu yazı daha çok hiyeroglif biçiminde idi. Resimlerden kurtulamadığı için alfabe düzenine geçememiştir.
Bu anlamda alfabe niteliğinde olan ilkyazı, M.Ö. 3500’lerde Sümerler tarafından bulunmuş.
Bu tarihlerden itibaren toplanmaya başlayan bilgi, kayıt altına alınmaya başlamış, sözler uçup gitmeden yazılı hale gelmiştir. Bu bilginin kıymetini bilen Mısır ticari kanallarla kendisine gelen tüm kitapların bir kopyasını çıkartır ve bu sayede İskenderiye Kütüphanesi ortaya çıkar. Mısır, o dönemde gelişmiş medeniyeti ile tarihe geçmiştir.
Matbaanın bulunmasıyla bilgiler, fikirler ve tecrübeler geniş kitlelere buluşma fırsatı bulmuştur. Matbaanın mucidi Johannes Gutenberg 1447’de yazılı olan metinlerin kolay ve hızlı çoğaltılabilmesini sağladığı için veri, bilgi ve hayaller çok daha hızlı yayılabilir hale geldi.
Telgraf ve Teleks makinaları metin olan mesajlarımızı elektrik yolu ile ilk iletim yöntemlerimiz oldu.
Yakın geçmişte şehirlerarası telefon görüşmesi için bile hat bağlatma söz konusuydu. Mesafeleri sıfırlayan Graham Bell’e sadece bunun için bile şükran borçluyuz.
Faks ile yazılı metinler ya da görselleri uzak mesafelere ilettik. Son dönemlerinde renkli faks da denendi ama e-posta’ya dayanamadılar. Bugün faks kullanımı da yok denecek derecede azaldı.
Araç telefonları ve Çağrı cihazları cep telefonlarından kısa süre önce çıktı ve aynı hızla yok oldular.
Cep telefonları ilk başlarda mobil telefon olarak hayatımıza girdi, SMS mesajları ile çağrı cihazlarını bitirdi, birçok evde çalar saati bitirdi, akıllı telefon özellikleri ile dijital ajandaları (palm, casio) bitirdi. Her geçen gün daha da gelişen fotoğraf ve video çekme özellikleri ile geleneksel ve dijital fotoğraf makinaları ve video kameraları da büyük oranda bitirdi.
… ve elbette Internet. Interconnected Networks kelimelerinin birleştirilmesinden oluşan dünyanın telekomünikasyon ağı. Bugün geldiğimiz noktada tüm dünya verileri ortak bir havuzda toplanmış haldedir. Bu verileri birleştirmeye çalışan Wikipedia gibi organizasyonlar ortak akılı belki de güncel İskenderiye Kütüphanesini kurmaya çalışıyorlar.
Günümüz haberleşme teknolojileri sayesinde tarih boyunca milyarlarca kişi tarafından dünyanın herhangi bir yerinde üretilen bilgilere, istediğimiz her yerden, istediğimiz her zaman, çok hızlı erişip kullanabiliyoruz. Mobil iletişim ve sınırsız bilgi yakın zamana kadar insanoğlunun sahip olmak isteyip de gerçekleştiremediği bir ütopyaydı.
Yakın gelecek için internet üzerinden kendi siparişini veren buzdolapları, içine atılan çamaşırları uygun koşullarda yıkayan çamaşır makineleri, dünyanın bir ucundan diğer bir noktada ameliyat yapılması, düşünce gücüyle hareket eden robot kollar konuşuluyor, deneniyor.
Bununla birlikte bilgi alışverişi o kadar hızlı ki, yeni çıkan ürünlerin benzerleri kısa süre içinde başka firmalar tarafından geliştirilerek piyasaya sunuluyor. Fiyat kıyaslama kolaylığı sayesinde satın alma maliyetleri aşağıya iniyor. Bugün planlamaya başladığınız bir konu birkaç hafta sonra dünyanın bir başka noktasında gerçekleşmiş olarak ortaya çıkabiliyor.
Tüm bunları hayatımıza katan iletişimi biraz detayına inelim.
İLETİŞİMİN İLK ADIMI TANIMLAMA (AUTHENTICATION)
İletişimin başlangıcında öncelikle karşımızdakinin kim olduğunu tanımlarız. Çoğu zaman göz teması bu kontrolü hızla yapmamızı sağlar. Göz temasının olmadığı ortamlarda işitme ve dokunma ile karşımızdakini tanımlarız. Ses tonu ve vurguları, kelime seçimi işitsel, yüz hatları, dudak yapısı, saç yapısı ve yumuşaklığı dokunarak tanımlama yöntemlerimizdir.
Bu tanımlamanın sağlıklı yapılamadığı ortamlarda kurulan iletişim aldatılmaya açıktır. Fishing yöntemi ile aldatan insanlar bu alandaki boşluklardan yararlanırlar. Internet’in ilk protokollerinden olan e-posta (SMTP), güvenlik düzeyi son derece düşük bir ileti yöntemidir. Yakın zamana kadar Amerikan başkanından e-posta gönderebilir durumdaydık. Tanıdığınız kişilerden gelmiş gibi görünen mesajlar veya otoritelerden geldiğini düşündüren e-postalar ya da SMS’ler benzer aldatma metotlarıdır.
İLETİŞİMİN EVRENSEL BOYUTU – BEDEN DİLİ
İletişimin mesajın metinsel aktarımı dışında pek çok boyutu vardır. Ağızdan dökülen sözcüklerin dışında kalan bu işaretleri beden dili adı altında toplayabiliriz. Karşıdakinin kelime seçimi, kelimeler arasında verdiği boşluklar, sesindeki titreme, ellerinin durumu, bedensel duruşu, gözlerini dikmesi ya da kaçırması, göz kırpmaları, vücut sıcaklığı, ayak hareketleri
gibi… İletişimin büyük bölümünü içeren beden dili iletilen mesajın duygusal tarafıdır. Tümünü bilinçli olarak kullanmasak dahi beden dili karşıdaki üzerinde bazen sözcüklerden daha büyük etki bırakır. Bazen beden dili o kadar ön plana geçer ki bazen konuşmaksızın iletişim tamamlanır. Aynı dili konuşmayan insanların uzlaşabilmesi de yine beden dili yardımıyla olur.
Elektronik iletişim beden dili işaretlerinin birçoğunu bünyesinde barındırmaz. Bunu taklit edebilmek adına üretilmiş smiley karakterleri iletiyi zenginleştirme çabasıdır. Bu simge ve karakterlerle insanlar ruh hallerini iletmeye çalışıyorlar.
Klavyeden tuşlanan harfler, kablo üzerinden duygu boyutu sadece kelimelere sıkışmış halde mesajları iletebilir. İçten, samimi bir gülümseme, bir sıcak dokunuş, ses tonu insana yüzlerce mesajdan çok daha fazlasını verebilir.
MASKELER
Çocuklar kişilik gelişim sürecinde 5-6 yaşlarından itibaren dış dünyaya karşı kullanacakları maskeleri oluşturmaya başlarlar. Bu maskelerin henüz gelişmediği dönemde akıllarına ne gelirse söylemeleri sebebiyle, gerçek ve saf düşünceleri çocuklardan almıyor muyuz? Maske gelişimi ilerleyen yaşlarda ortama, statüye göre farklılaşır ve çeşitlenir. Üst düzey kişilere karşı farklı, yanında çalışanlara karşı farklı, aile içinde farklı ve daha pek çok maske ortaya çıkar.
İletişimin belki de en açık hali aile içi iletişimde yaşanır. Birebir tanıdığımız ve geçmişini bildiğimiz insanlar oldukları ve saldırı beklentisi içinde olmadığımız için güven sorunu yaşamadan maskelerden olabildiğince arınmış iletişim kurarız. Sağlıklı iletişim kurabilen ailelerde güven ve huzurun temelinde maskesizlik yatar. Maskesiz iletişimde olumlu ya da olumsuz düşüncelere duygular samimidir. Pilav günlerini hatırlayın, yıllar önce yapılan şakaların tekrarlandığı sosyal çevre ve statüden bağımsız maskelerin yükselmediği bir iletişim.
Görsel İletişim yardımıyla kimlik tanımlama internet ortamında mümkün değil. Karşınızdaki kişinin gerçekten kendini tanıttığı kişi olduğundan emin olamazsınız. Bu yüzden de gerçek hayatta kullandığımız maskeler çoğunlukla ortadan kalkıyor. Çünkü orada sadece takma isimler (nickname) var. Kimlik değiştirmek çoğunlukla yeni bir kayıt formu doldurmak ya da yeni bir e-posta adresi almak kadar kolay. Takma isimlerle yazışan insanlar afişe olma endişesinden kurtuldukları için rahatlıkla hakaret edip, saldırganlık gösterebiliyorlar. Tepki toplamaya başladıklarında hemen kimlik değiştirip sanki o kişi değilmiş gibi rahat davranabiliyor veya onlarca yeni profil açarak öne sürdükleri düşünceyi savunan sahte birçok kişi varmış gibi davranabiliyorlar.
İtalya 1300’lerin ortalarında yaşanan büyük veba salgınlarında maskeyi keşfetti, acaba çağımızın vebası da bizi sürekli farklı maskelerle dolaştıran iletişim hastalığı olabilir mi?
HIZLI TÜKETİM TOPLUMU
Sürekli daha hızlıyı talep ediyoruz. Teknoloji hızlı tüketimi tetikliyor, hızlı tüketim teknolojiyi körüklüyor. Hızlı yemekler, hızlı tatiller, hızlı telefonlar, bilgisayarlar, arabalar, ilişkiler… Artık şevk duymadan, zevk alıyoruz. (istek duymadan)
7.000 gün… Google, Facebook, Twitter, Amazon. Tüm bunlar 7.000 gün önce hayatımızda yoktu. Sadece bu kadar süre içinde hayatımızın ne kadar içine girdiklerini görmemiz lazım. Biz Internet öncesini yaşayan son nesiliz. Bundan sonra dünya bir daha internetsiz bir dönem yaşanmayacak. Bu büyük değişimi biz yönetmiyoruz, kurallarını da biz koymuyoruz. Ne yazık ki yazılmış olan kuralları sadece uyguluyoruz. Bu değişimin dışında yetişen bireyler sistemin avantaj ve dezavantajlarını sorgulayabilirken, bu sistemin içinde doğan insanların ayırt etme yetenekleri bizler kadar yüksek olmayabilir.
Matrix filmini izleyenler bugün yaşadığımız hayata ilişkin pek çok tespiti hatırlayacaktır. Kozalarda yaşayan insanlar mikrobiyolojik bakteriler yiyerek yaşadıkları halde sistem onlara pirzola yediklerine inandırmış durumdaydı. Bizler de bugün kapalı çiftliklerde, hayatı boyunca bir adım atmamış, dünyadan tamamen izole, güneş yüzü görmeden suni gıdalarla büyüyen 24-25 günlük canlıları tavuk niyetine yiyoruz, ya da tavuk yediğimizi zannediyoruz. Yanlış giden bir şey olduğunu fark etsek dahi süreci değiştirme şansımız artık yok. Yakın zamana kadar gıdalarımızın organik olup olmadığı tartışılır haldeydi. Sonra organik gıda üretimine başlandı ama sürdürülebilir olmadığı görüldü. Bugün geldiğimiz noktada organik tarım ürünleri ile dünya nüfusunun doyurulamayacağı artık net.
Diğer yandan dünyanın sanal boyutunda yaşayan insanlar, gerçekte kozaların içine yerleştiklerini göremiyorlar. Dev televizyon ekranlarından akıllı cep telefonlarına, akıllı saatlere, Google Glass gibi giyilebilir teknolojilere, hepimizin önüne boy boy, çeşit çeşit ekranlar koydular. Başında geçirdiğimiz saatler arttıkça bizler bu ekranların arkasından hayatı yaşar hale gelirken, teknoloji de kozalarını örmeye devam ediyor.
Belki de kolayımıza geldiği için ama yaşadığımız sanal hayatların paralelinde duygu dünyalarımız da her geçen gün biraz daha sanallaşıyor. Belki de ruhlarımız bu tempoyu yakalamakta güçlük çekiyordur.
Kızılderili bir kafile, Amerikalı bir iş adamı grubunu gezdiriyormuş. Amerikalıların hızlı adımlarına yetişmeye çalışan yerliler bir süre sonra yere çömelmişler. Bunu gören ve şaşıran Amerikalılar, yerlilerin liderine: “Neden gezimizin daha başındayken oturdunuz? Hadi kalkın devam edelim daha göreceğimiz çok şey olmalı?” dediğinde yerliler: “Siz o kadar hızlı hareket ediyorsunuz ki, bizim ruhlarımız geride kalıyor. Ruhlarımızın gelmesini bekliyoruz.” der. İşte biz de hızlı yaşamlarımızın içerisinde ruhumuzu ihmal ediyoruz. Zamanımız kalmadığı için artık kendimizle yeterince baş başa kalamıyoruz. Belki de bu sebeple sürekli daha yorgun hissediyoruz.
TEKNOLOJİNİN BEDENSEL ETKİLERİ
Elektrikli cihazların hepsi çevresinde bir elektrik alan yaratır. Bu elektrik alan cihazın depoladığı veya kullandığı enerjiye bağlı olarak değişir. İnsan vücudu da 90 mV’luk elektriksel akım iletileri ile çalışır. Yaşadığımız ortamlara da bir bakalım; Televizyonlarımızı uydu bağlantıları üzerinden izliyoruz, cep telefonlarımız sürekli baz istasyonlarla bağlantı halinde, ofislerimizin her tarafı kablolu veya kablosuz ağlarla sarılı, evlerimizin çoğunda kablosuz internet var, akıllı binalarda yaşıyoruz, hemen her şey uzaktan kumandalı; klimalar, kapılar, asansörler, mutfaklarımızda kullandığımız pek çok alet elektrikle çalışıyor, hafta sonu gittiğimiz alışveriş merkezlerinde mağazalar dikkatleri üzerine çekebilmek için donatılmış aydınlatma sistemleri ile dolu. Televizyon karşısında uyuyoruz, kucağımızda uzaktan kumanda, üzerimizde tablet ve yanımızda internet bağlantılı akıllı telefonlar. Evlerimizin yapımında kullanılan malzemeler yalıtkan nitelikli olduğu için vücudumuzda biriken enerjiyi de sağlıklı şekilde boşaltamıyoruz. Bedenimizin dinlenebilmesi için bu elektrik ağından çıkmamız, çıplak ayakla toprağa basmamız gerekiyor. Bunu yapamadığımız için sürekli gergin, stresli ve yorgunuz. Ancak insan yapımı bu modern ve maalesef hızla alıştığımız, konforlu yaşam şekilleri bizim dinlenmemize engel oluyor.
Sonuç kimi zaman kronik yorgunluk, kimi zaman sebepsiz gerginlik, kimi zaman ağrılı hastalıklar…
Elektriksel etkisinin yanında tetikleyici unsurlar sinir sistemimizi de olumsuz etkiliyor. Bu tetikleyici zaman hırsızları neredeyse günlük yaşamımızı yönetir hale geldiler. Masa telefonu, Cep telefonu, SMS mesajları, Whatsapp mesajları, Chat mesajları, Outlook uyarıları, Görevler, Randevular, Sosyal Medya uyarıları ve daha bir sürü sistem tarafından sürekli uyarılıyoruz. Artık hayatımızda bizi tetikleyen o kadar fazla şey var ki, özgür ve hür iradenin hareket alanı her geçen gün daralıyor, şartlı reflekslerimiz artıyor. Bu döngünün içinde kalanlar Pavlov’un deneyindeki köpeklere dönüşmeye başlıyor.
Bu cihazlar artık hatırlatma niteliğinden çıkıyor olabilir mi? Beynimizi kullanma ihtiyacımız giderek azalıyor mu? Belki de bu yüzden giderek daha fazla unutkanlık yaşamaya, işleri daha fazla yarım bırakmaya başladık. Belki de bu yüzden daha erken yaşta ve daha fazla Alzheimer benzeri hastalıklarla karşılaşıyoruz.
İLETİŞİMİN YÖNETİMSEL KULLANIMI
Internet’in atası ARPAnet’tir. ARPAnet soğuk savaş döneminde Amerika’nın Alaska üzerinden gelebilecek Rus saldırılarına karşı erken haberdar olma ve sınır karakollarının güvenliğini sağlama ihtiyacı ile başlıyor. Her nokta, diğer noktalara birden fazla hatla bağlıdır. Saldırı anında hatlardan biri kesintiye uğrarsa tüm trafik diğer hatlar vasıtasıyla ağ içindeki herhangi bir noktaya iletilmeye devam eder. Hatlar yerine şebekeye yabancı sinyallerin girmesi durumunu engellemek için de farklı protokoller ve portlar sayesinde mesaj karışmadan diğer noktalara ulaştırılır. ARPAnet’in beklenmedik şekilde başarılı olması sonucu 1990’larda yeni iletişim ağımız Internet ortaya çıktı. Bugün Internet’i engellemek isteyen otoritelerin bu emellerine ulaşamıyor olmalarının sebebi, Internet’in ortaya çıkış amacının, olası düşman saldırılarına karşı kesinti yaşanmaması için geliştirilmiş olmasıdır.
Geçmişte yapılan telefon dinlemelerinde her görüşme en az bir kişinin fiziki olarak telefon hattına paralel bağlantı kurması ile yapılıyordu. Günümüzdeki dinleme sistemleri dijital ortamda aktarılan seslerin metin tabanlı hale dönüştürülerek kayıt edilmesi yöntemiyle yapılıyor. Böylece dinlemeler sınırsız hat kapasitesi ile ve limitsiz boyutta arşivlenebilir hale gelmiş durumdadır. Herhangi bir kelime grubunu içeren görüşmeler ve bu görüşmelerin yapıldığı kişilerin bağlantıda olduğu kişiler şeklinde sorgulamalar sayesinde bir sorun oluşma eğilimindeyken müdahale edilebilir hale gelmiştir. 1960’larda bir hayal ile başlayan Big Brother (büyük abi) projesi özellikle internetin katkılarıyla artık tüm dünyayı izlenebilir hale getirmiştir.
Bugün iletişimimizin büyük oranda Facebook, Twitter gibi sanal ağlara yöneldi. Sanal ağlarda tanıdığımız insanlarla bağlantı kurduğumuz için bütün hayatımız ve hatta ilişkide olduğumuz insanların hayatı biliniyor. Size ait bilgiler sizin arzunuz ve talebiniz dışında paylaşılıyor. OneMillionTweetMap.com nasıl bir döngü içinde olduğumuzu ve yönetildiğimizi gösteren basit bir deneme yazılımı…
Dar gelirli çalışanların dünyasına baktığımızda, sabah 8’den, akşam 8’e işyerinde olup, tüm sosyal haklarından feragat etmiş, kötü koşullarda yaşayan, var olan yaşamları gelecek vadetmeyen insanlara sınırsız kaynaklara sahip sanal dünyada bambaşka bir başarı hikâyesi, gelecek vaat ediliyor. Sosyal topluma giremeyen, insanlarla kaynaşamayan ya da kaynaşmayan asosyal insanlar Chat odalarında ya da Farmville, Bitefight, Dragons of Atlantis gibi oyunların sohbet odalarında bir kral ya da kraliçe edasıyla oyun arkadaşlarına hitap ederek sosyalleştiklerini düşünüyorlar. Bu ilişkiler insanların arasına teknolojiyi sokuyor. Bu sistemlerde yaşayan kullanıcılar ise bu ortamdaki bin bir çeşit maskeleri ile belki de “sosyal anlamda sefil yaşamlar”ından bir parça uzaklaşmayı tercih ediyorlar.
Diğer taraftan kendini ön plana çıkartmaya çalışan işletmelerin bilgi bombardımanı altındayız. Depolanan verilerde artık PetaByte’lar, ExaByte’lar konuşuluyor.
Sözcüklerimiz eskiden makalelerde, kitaplarda, gök kubbede yankılanırken artık Twitter’da retweet’leniyor.
DEĞİŞEN DEĞERLERİMİZ
İçerikler çoğalıyor ve çeşitleniyor ama konulara derinlemesine inilmediği için sığlaşıyor. Sunulan ortamlarda kendinizi ya da fikrinizi 140 karaktere sığdırmanız bekleniyor. Bunun üzerinde yazabileceğiniz ortamlar var elbette ama kapasiteler büyütülse bile okuyucu kitlesinin de artık böyle bir beklentisi yok. Kaynağı ve doğruluğu araştırılmadan paylaşılan bilgiler kendi şehir efsanelerini yaratıyor.
Teknolojik iletişim tüm yaşamımızın çevresini saran bir ağ haline dönüştü. Bu ağa bağlı yaşayan herkes tekil olarak izlenebilir, kontrol edilebilir ve hatta yönetilebilir halde. Sosyal ağlar, gelişmiş teknikler kullanılarak potansiyel suçluların tespitinde kullanılabilir halde. Bu tek başına bakıldığında son derece doğru görünebilir. Diğer taraftan kişisel gizlilik, mahremiyet (privacy) kavramı neredeyse tamamen ortadan kalktı. Suçlu olmasa da bu ağ üzerinde suçlu ilan edilen bir kişinin masumiyetini anlatması “avukatlar daha iyi bilirler” neredeyse mümkünde değil. Bu da engellenemez hukuk ihlallerini beraberinde getirmektedir.
Bilgi üretmek yerine kopyalamak hem kolay, hem sorunsuz hem daha kazançlı hale geldi. Bu nedenle kimse içerik hazırlamakla uğraşmıyor, hazır içeriği yayıyor. Bilgi hırsızlığı, bilgi kopyalama o kadar arttı ki Internet dev bir fotokopi makinesi halini aldı. Bağımsız, özgün ve tekil içerikler %1 bile değil. Çocukların internet üzerinden hazırladıkları ödevler neredeyse birbirinin aynısı. Hikâye kitaplarının özetleri, ödevlerin cevapları internette yayınlanıyor.
Bugün sosyal ağlarda temasta olduğumuz insan sayısı, takip ettiğiniz gruplar sosyal statümüzü ortaya koyan parametreler olarak görülmeye başlandı. “Tanıdık” kavramı ile arkadaşlık iyice birbirine karışmaya başladı. Yakın arkadaşlarımız ise pokelediğimiz ya da “Türkçeleştirilmiş” tabiri ile dürttüğümüz insanlardan ibaret. Bu, yakın gelecekte hayatın içine girecek olan bir neslin bizim değerlerimizden ne kadar farklı değerler ile karşımıza çıkacağını ortaya koyuyor.
Geçmişte yediğimiz yemekleri, sofraları göstermek hatta konuşmak ayıp kabul ediliyorken bugün bunları paylaşmak “trend” haline geldi.
Sevdiklerimizden gelen SMS mesajları, toplu mesaj gönderim listesinde bizlerin bir tık kadar hatırlandığımızın göstergesi mi acaba?
Ya da bir yakınını kaybedene gönderilen başsağlığı SMS’i, durumu kurtarmak için yeterli mi?
İnsanlar arası birebir iletişim giderek azalıyor. Uzun süredir kimseye fıkra veya hikâye anlattığımı hatırlamıyorum. Sosyallikten uzaklaşan insanlar giderek yalnızlaşıyor ve bencilleşiyor. Bu bencillik birliktelikleri törpülüyor, boşanmaları tetikliyor. Bugün kapalı evlerde, ebeveynleri çalıştığı için fiziksel temastan uzak, yalnız büyüyen çocuklar, toplumun değerlerinden uzak yetişiyor. Şehir merkezlerinde yeni yapılan evler evli ama çocuksuz veya tek çocuklu yaşayan insanları hedefliyor. Bu değişim sizce sadece alım koşullarından mı?
Size teknolojinin kullanımından kaynaklanan bir kaosu dile getirmek istiyorum. Bir yanda birbirinden binlerce kilometre uzakta iken sesli ve hatta görüntülü konuşabilen, hasret gideren aile bireyleri, diğer yanda aynı evde yaşayıp doğum günlerini Facebook üzerinden kutlayan aile bireyleri. Teknoloji, fiziksel mesafeleri kısalttı belki ama galiba gönülleri uzaklaştırmaya başladı.
FELSEFİ BOYUTU
Soyut düşünce beynin en yüksek düzeyde işlevlerinden birisidir. Maalesef, toplumun büyük çoğunluğunda bazı derin soyut kavramların yerine somut nesneler konularak, bir tür beyin tembelliği veya yetersizliği tetikleniyor. “Tanrı” deyince, gökyüzünde yaşayan birisi, “ruh” deyince Casper gibi bir karakter, “yeniden doğma” deyince, bireyin bütün olarak başka bir beden içinde tekrar dünyaya gelmesinin anlaşılması gibi örnekler verilebilir. Oysa bu kavramların felsefi anlamları vardır. Ne yazık ki, toplumun çoğunluğu; Hermes’in, Hacı Bektaş’ın veya Spinoza’nın Tanrısını anlayamıyor veya anlama zahmetine katlanmak istemiyor. Bilginin ve kültürün anne babadan çocuğa geçmediği, internet üzerinden aktarıldığı bir ortama doğru gidiyoruz. Bu durumda değer yargılarının da merkezi sistem
tarafından belirleneceği yeni bir nesil ortaya çıkartacağını söyleyebiliriz.
Her yoğun talep tersini doğurur… Aşırı güvenlik, güvensizliği doğurur. Aşırı iletişim ise iletişimsizliği. Sürekli, doğru aralıklarla ve kaliteli birliktelikler bağlılığı arttırır. Sağlıklı bir iletişim için maskesiz, kimliklerin açık ve beden dilinin etkin olması gerekir. Ses tonu, bakışlar, el hareketleri, mimikler ile birleştiğinde sosyal iletişim doğar. Kardeş bağı ile hareket edip, bu esaslara dikkat etmek sağlıklı iletişimin kapılarını açacaktır.
İnsan sosyal bir canlıdır. İnsan kendi niyeti ve özgür iradesi ile kendi kendini yetkinleştirebiliyor olsa bile, bu çaba başkaları olmaksızın gerçekleşmez. Varlığını geliştirmesi için iletişime ihtiyaç duyar. Başkası yoluyla kendimizi tanıma olanağı elde edebilir, başkaları sayesinde kendimizi ve egomuzu aşarak insan özümüzü fark edebiliriz. İnsan kendini ancak bir dost aynasında tüm çıplaklığı ile görebilir. Bir başka kişi olmadan ilişki olmaz, ilişki olmadan insani duygu ve düşünceler ortaya çıkmaz.